Sağcı ikiyüzlülüğü diye bir olgu var gerçekten. Bu zihniyet mensuplarının sorumlusu oldukları gelişmelerin dışındaymışlar gibi ahkam kesmeleri, değerlendirmeler yapmaları yok mu, iğreniyor insan. Polonya’nın sağcı Başbakanı Donald Tusk’ın İspanyol El Pais gazetesinde yer alan röportajını okuyunca hissetiğim duygu tek kelmeyle “iğrenmek” oldu.
Avrupa Birliği ülkelerinin en tutucusu, en gericisi olan ülkesinin oynadığı uğursuz rolden hiç söz etmeden ‘İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana en kritik anda’ olduğunu iddia ettiği Avrupa’nın “savaş öncesi döneme” girdiğini belirterek savaş çığlıkları atıyor sağcı Başbakan. Böylesine tehlikeli bir durum var madem, yapılması gerekenin ne olduğunu da söylüyor tabii: “Ukrayna’yı korumaya daha fazla önem vermeliyiz”.
Öyle bir felaket tellalı ki, “şu anda en endişe verici olan, kelimenin tam anlamıyla her türlü senaryonun mümkün olmasıdır“ diyor. 1945’ten bu yana böyle bir durumla karşılaşılmadığını da ekleyerek. Devam ediyor: “Özellikle genç nesil için kulağa yıkıcı geldiğini biliyorum ama zihinsel olarak yeni bir döneme alışmamız gerekiyor. Savaş öncesi bir dönemdeyiz. Abartmıyorum. Bu durum her geçen gün daha da belirginleşiyor”.
Önümüzdeki iki yıl her şeyi belirleyecek Tusk’a göre. Eğer Ukrayna’yı yeterli ekipmanla mühimmatla desteklemezler de Ukrayna kaybederse, Avrupa’da hiç kimse kendini güvende hissedemeyecek. Öyle diyor.
Avrupa’da, Avrupalıların yol açacağı bir savaşın olma ihtimali ebette yüksek. Emperyalist/kapitalist sistem sorunlarını savaşla çözmeye alışıktır. İki büyük savaşı, irili ufaklı binlerce bölgesel savaşı bu nedenle çıkarttılar. Tusk’ın bunları söylemesi değil sinir bozucu olan. Savaşı kimin istediği, çıkarsa kimlerin işine yaracağı konusuna hiç girmemesi tatsız. Ülkesinin bir savaş kışkırtcısı konumunda olduğundan hiç söz etmemesi, Avrupa Birliği içinde Hıristiyanlığın Birlik’in anayasası olması gerektiğini savunacak kadar “bölücü/ayrımcı olduğunu dile getirmemesi öfke uyandırıyor. Savaşı önlemek için savaşı önermek ancak bir budalanın işi olabilir.
Saçmaladığının farkında olması da bir tuhaf. Son Avrupa Konseyi toplantısında İspanya Başbakanı Pedro Sánchez ile bir görüşme yaptığından söz ederek, Sanchez’in kendisinden açıklamalarında “savaş” kelimesini kullanmamasını istediğini söylüyor bir yerde. Sanchez insanların bu şekilde tehdit edilmesinin doğru olmadığını söylemiş Tusk’a. Demek ki Avrupa’da herkes Tusk gibi düşünüyor değil.
Sözlerinin mevcut savaşı daha da fazla uzatacağını, Avrupa’yı o korktuğu savaşa belki de iteceğini tabii ki biliyor. Avrupa’nın bir savaş yaşamaması için “Rusya’la savaşılması” gerektiğini ima edecek kadar şaşkın olması hayret verici gerçekten. Avrupa ülkelerinin GSYH’nin yüzde 2’sini NATO’ya ayırma taahhüdünün yerine getirilmesi gerektiğini savunuyor, “kötümser senaryolardan” kaçınmak için Ukrayna’ya yardımın arttırılmasını istiyor.
Her yerde bulunan Trumplardan biri de bu Tusk’dır. Ülkesinde hem nefret hem de hayranlık uyandırdığını söylerler. 2007-2014 yılları arasında da başbakanlık yapmıştı, geçtiğimiz Ekim ayında yapılan seçimleri kazanarak iktidara geri döndü. Seçim kampanyasının ana vaadi, sekiz yıllık aşırı muhafazakâr Hukuk ve Adalet (PiS) hükümetinin ardından hukukun üstünlüğünü yeniden tesis etmek, ülkeyi Avrupa’nın merkezine geri döndürmekti. Başardı mı? İnsan hakları örgütleri ülkeyi demir yumrukla yönettiğini, demokratik açıdan tartışmalı kararlar aldığını söylediğine göre hukukun değil kendi “üstünlüğünü tesis” etmiş belli ki.
Tusk son yirmi yıldır Polonya’daki liberal-muhafazakâr alanın önde gelen figürü. Avrupa Konseyi, ardından Avrupa seçimlerinde aşırı sağ ile ortaklık mı yoksa son 60 yılın ittifaklarını mı tercih edeceğine karar vermesi gereken Avrupa Halk Partisi’ne (EPP) liderlik ediyor.
Tercihinin, tüm liberal görüntüsü vermesine rağmen aşırı sağcılardan yana olması kimse için şaşırtıcı olmayacak.
Savaşı bekliyorsa aşırı sağcılardan daha iyi müttefik mi bulacak?